Ne mutlu TÜRKÜM diyene
  Atilla
 

J.P. Roux’ya göre (s.40), Atilla 434 yılında kardeşi Bleda ile birlikte hükümdar oldu. Ancak, dünyaca ünlü olması kardeşi Bleda’yı (İ.Kafeoğlu ise, Bigila olarak bahseder (s.81)) yargılayıp ölüme mahkûm ettiği 445 yılından sonradır. Savaşlardaki hızı, sertliği ve başarısı ona Avrupalıların “Tanrının kırbacı ya da gazabı” demelerine yol açtı. Onun çok acımasız olduğunu öne sürdüler. 451 yılında Roma’ya yönelip yakınlarındaki Champagne’da konakladığında çok korktular. Kendisine karşı koyabilecek güçleri de kalmamıştı. Papa I. Leo (olaydan önce henüz patrik idi) son bir umutla Atilla ile görüşmeye gitti. Görüşme sonunda Atilla Roma’yı almaktan vazgeçip geri dönünce Avrupalılar Papaya Büyük Leo dediler ve ermiş olduğuna inandılar. Çünkü aynı Atilla, 447 yılında bugünkü Lüleburgaz kentini ele geçirerek Bizanslıları Anatolias barışı ile vergiye bağlamış ve güçlenmişti. Roma’ya da girebilirdi. Kesin bir şey söylenemez ama Roma’ya girmemesinde belki de, geçmişte Romalılara yardım etmiş olmaları etkili oldu. Çünkü Türkler, müttefikleri ihanet etmedikçe onlara sert davranmamışlardır. (Türkler bu özelliklerini günümüzde de korumaktadırlar.)

Eğer sert olduğu bilinen Atilla, söylenildiği kadar acımasız olsaydı, Papayı dinlemez Roma’yı alırdı. Bu konuda Wess Roberts şöyle diyor (s.30): “Atilla, sırf eğlence olsun diye binlerce Hıristiyan’ı vahşi hayvanlara parçalatan Romalılar kadar vahşi değildi. Korkunç İvan, Cortez ya da Pizarro’dan daha az acımasızdı. Roma’yı almaktan vazgeçmesi, aynı kenti hiçbir şeye aldırmadan yerle bir eden Almanlar, İspanyollar, Belizar ve Genserich’den daha insancıl olduğunu göstermektedir.”

Gerçekten de 402 yılında Alarik komutasında Vizigotlar, 455’de Vandal kralı Genserich, 472’de Ricimer önderliğinde Süevler, 476’da Alman Odoaker, 547’de Belisarius, 1084 yılında Roberto Guiscardo yönetiminde Normandlar, 1527’de V. Karl yönetiminde Bourbon çeteleri ve nihayet 24 Mart 1944 yılında Almanların Gestapo teşkilatı Roma’ya girmiş ve talan etmiştir. Bourbon çeteleri için anlatılan vahşet ise akla hayale sığmayacak ölçüde olmuştur.

Atilla’nın seferlerinin fetih amaçlı olmadığını, yağma olduğunu iddia edenler çoğunluktadır. Halbuki Atilla’nın amacı sadece yağma olsaydı, karşısında hiçbir güç kalmamışken, Roma’yı talan ederdi. Nitekim Roma, o tarihe kadar Atilla’nın talan ettiği iddia edilen yerlerin toplamından daha zengindi. Yağmacı zihniyetinde olan bir insan, karşısında hiçbir güç yokken bu kadar zenginliğe sırt çevirmez.

İbrahim Kafesoğlu’nun M.S. 4. asır Latin yazarlarından A.Marcellinus’tan aktardıklarına göre (s.46), Avrupa Hunlarında yönetim, kral iktidarının şiddeti değildi. Hareket için hükümdarın meclislerden karar alması lazımdı.

Diğer taraftan Atilla’nın hanımı Arıg-Han da tıpkı Mete’nin hanımının yaptığı gibi, elçileri kabul ediyor ve kendi adına davetler veriyordu. Yani savaşlarda gösterdikleri sertlikler, Hun Türklerinin  kadınlara karşı saygılarından hiçbir şey eksiltmiyordu. Orta Asya’daki devlet yönetimi anlayışları devam ediyordu.

Avrupa hunları en parlak dönemini Atilla zamanında yaşadı. Ülkeyi kardeşi Bleda ile yönetti. Bizans tarafından kışkırtılan ve bu ülkeye sığınan Hun kaçakları sorununu çözmek için Bizans seferine seferine çıktı 434 yılında Hun sınırına gelen Bizans heyetiyle Margos Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre;

*Bizans Hunlara ödemekte olduğu vergiyi iki katına çıkarttı.
*Hunlara bağlı kavimlerle antlaşma yapmayacak.
*Ticari sınırlar sınır kasabalarında sürdürülecek.
*Bizans Hun esirlerini iade edecekti.

 
 
  Bugün 3 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol