Ne mutlu TÜRKÜM diyene
  ÇANAKKALE ANILARI
 

Görünmeyen Kahramanlar

Müdür, Ergin Bey'i odasına çağırdı;
--Bakın Ergin Bey, bizim sahneyeleciğimiz tiyatro farklı olmalı. Eğitimci kimseler olarak, gelişigüzel şeylerle, insanların zihinlerini doldurmayız. Sizden, hem çocukları hem de ailerini motive edici bir oyun bulmanızı bekliyorum.

  Okulun   edebiyat öğretmeniydi. Tiyatrolar hafası nedeniyle, bir oyun sahnelemeyi düşünüyorlardı.
Müdür Beyin de dediği gibi, oyunun içeriği onu zorluyrdu. Daha oyun belli değildi. Ya oyuncuların seçimi, ezberlemeler, provalar...düşünceli adımlarla müdür odasından çıktı. Şimdi, ne yapacaktı?


  30 Mart'a ne kalmıştı ki!...iki ay...kültür merkezinden yer bile ayarlanmıştı. Geri dönüşü yok gibiydi. Çaresizdi. Bir mucizenin gerçekleşmesini bekliyordu. Bunca sıkıntı. aslında bir fiili duaydı; hem de cevapsız kalmayacak kadar güçlü bir dua...

  O gün yine benzer düşüncelerle eve geldi. Evdekiler, durumun farkındaydı. Keşke, bir şeyler yapabilselerdi... Yemek, derin bir sessizlik içinde geçti. Geç saate kadar, kitaplığın başındaydı genç öğretmen. Her kitabını inceliyor, her düşünceyi zihninden geçiyordu. Yok... Artık, göz kapaklarına direnmesi de boşunaydı.

   Gecenin karanlığı, tan yerinin ağarmasına yenik düşmek üzere... Gizemli bir ses... Ergin Bey, başını kaldırdı. Bu ses onu salona çağırıyordu. Uykuyla uyanıklık arası bir hal...Salona girdğinde karşılaştığı manzara kalbini yerinden oynatacak gibiydi. Yine o! Bir ışık demetinin ortasında, daha önce kendisini Çanakkale'ye çağıran Hüseyin Dede!... Her iki yanında da, vücudu kan içinde iki heybetli adam!... Bildiği bütün duaları okumuya başladı. Neler oluyordu?... Hüseyin Dede omzuna dokunduğunda, bayılacak gibi oldu:

   -- Korkma evlat!.. Sen bizi bir vakit sevindirmiştin. Biz de sana yardıma geldik.

  Ergin Bey'in şaşkınlığı bitecek gibi değildi. Hüseyin Dede, kulakları dolduran o yürek serinletici sesiyle konuşmasına devam etti.

  -- Misafirleri tanıyamadınmı? Ertuğrul Gazi Hazretleri ile, Mecidte Kahramanı Koca Seyid!...  Vücutlarından çıkan kanı gördün m? Unutulmuşluğun, kendilerinden her geçen gün uzaklaşan gençliğin verdiği acıların kanı... Onların da kanını sen dindirceksin. Haydi, yaz şimdi oyunu! Yaz da, seyreden herkes bizi hatırlasın ve ziyaretimize gelsin. Haydi, hay durma!...

  Sabaha karşı... Evin hanımı, kahvaltı sofrasını hazırlamış, eşini çağırmaya gidiyor. O da ne?.. Gördüğü manzara müthiş! Yere dağılmış yazılı kağıtlar, ter içinde masaya yığılmış bir vücut... 

   Genç öğretmen, kendini toparlayıp msaya geldiğinde uzun, süredir olmadığı kadar huzur içindeydi:

  -- Oyun tamamdır. Bu görünmez Kahramanlar, kendi destanlarını yazılar. Bize de bunu seyircilerle paylaşmak kalıyor.

   Ergin Bey, yeniden doğmuş gibiydi. Boş derslrinde, oyunu düzene koymaya çalıştı. Perde arası oyuncu ve kostüm değişikliklerinde vakit kazanmak için, konuyal ilgili şiirleri de oyunun metnine yerleştirdi. Müzik öğretmeni Ersoy Bey'in yardımıyla, oyunun müzikleri seçildi. Her şey tamamdı. İlginç...Bir hafta öncesine kadar ortada hiçbir şey yokken, muhteşem duygu yüküyle örülmüş bir oyun taslağı duruyordu, müdürün masasında...

   İçeriği kadar, kadrosu da yoğun bir oyun... Altmışa yakın öğrenciyle rolleri dağıtıldı. Geceli-gündüzlü provalar... düzeltmeler... kostüm...dekor... Ve nihayet, beklenen gün...

   Kültür Merkezi, kalabalık günlerinden birini yaşıyor. Perde açılıyor, salon, alkıştan yıkılacak gibi... iğne atsan, yere düşmeyecek kalabalık... Oyun ilerledikçei göz yaşlarıyla alkışlar bir yumak halinde dönüştü. İşte, oyunun can alıcı sahnesi: Koca Seyid, 276 kiloluk mermiyi namluya sürüyor. Tam bu sırada...

  Salon, gür bir mehtr marşıyla ayakta... Ergin Bey ile Ersoy Bey, şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlar. Bu bölümde, mehter marşı yoktu. Müziği kim değiştirmişti? Genç öğretmen, bilgisayarda müzikleri veren öğrencisine yaklaştı. Değişikliğin sebebini sorduğund; aldığı cevap, onu bir kere daha sarstı:

   -- Salon görevlisi olduğunu söyleyen nur yüzlü bir ihtiyar; szin, bu müziğe girmemi, istediğinizi söyledi.

   Ergin Bey, başını kaldırıp lobinin bitişiğindeki teknik servis odasına baktı. Hüseyin Dede ve yanın daki iki heybetli çehre, tatlı tatlı gülümsüyorlardı.

   Perde kapandı. Salon, alkıştan çınlıyor. Oyuncular ve teknik ekip. seyircileri selamlıyor. Kelineleri aciz bırakan bi çoşku... Genç öğretmense, sadece ön sırada alkış tutan üç kudsi kişiyi görebiliyordu. Hüseyin Dede ve iki heybetli çehre, alkış tutarak salonu terk ediyor. Keşke, keşke o da onlarla gidebilseydi!...

NOT:Bu olay 2001 yılında Eskişehir Ertuğrulgazi Lisesi'inde yaşanmıştır.

NOT: Bu anıyı yer alan kitap bende vardı ve kitaba baka baka yazdım. Eğer hata varsa özür diliyorum.

 
 
  Bugün 6 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol